Tüm Yazılar

Dünyanın en yalnız ağacı insanlığa ümit oldu!

Dünyanın en yalnız ağacı insanlığa umut oldu!

O dünyanın en yalnız ağacı… Yeni Zelanda’nın 700 kilometre güneyinde insan eli değmemiş bir adada yaşıyor.

Uzaktan bakanlar için herhangi bir ayırıcı özelliği yok. Çalıya benzer bir yapısı, koyu yeşil yaprakları, güçlü bir gövdesi var.

Antarktika’nın kuzeyinde subantarktik adında olan bölgede bulunan Campbell Adası’nın ortasında yer edinen 9 metre boyundaki bu ağaçla, Auckland Adaları’nda yaşayan en yakın komşusu içinde tam 222 kilometre mesafe var. Yakınlarda otsu nebat oldukça fakat ağaç yok. Hatta adada başka asla ağaç yok.

Çamgiller familyasına ilişkin Sitka Ladini türü bir ağaç bu. Aşağı yukarı 100 yaşlarında ve Guinness Rekorlar Kitabı’na bakılırsa “dünyanın en uzaktaki ağacı”. (Bununla beraber kitapta neyin ağaç olup neyin olmadığına dair evrensel olarak kabul edilmiş bir tarif olmadığı da vurgulanıyor.)

Sadece teknik olarak bu ağacın burada olmaması gerekiyor. Organik yaşam alanı kelimenin gerçek anlamıyla dünyanın diğer ucu olan bu ağaç, iklim değişikliği araştırmaları yürüten bilim adamları için oldukça mühim ilerleme kapıları aralıyor.

Ne şekilde mi? Derhal anlatalım…

Latince adı Picea sitchensis olan Sitka ladini boyu 100 metreye, ömrü ise 700 yıla kadar uzayabilen kozalaklı, iğne yapraklı bir ağaç. Adını Alaska’daki bir yerleşim yeri olan Sitka’dan alan bu ağacın naturel yaşam alanı ABD ve Kanada’nın batı kıyıları. Sitka ladini Danimarka, Norveç, İzlanda şeklinde Avrupa ülkeleri ile Yeni Zelanda’da da mobilya ve enstrüman üretiminde hammadde olarak kullanılıyor.

İLK OLARAK HAYATTA KALMA BAŞARISIYLA DİKKAT ÇEKTİ

Aslına bakılırsa dünyanın en yalnız ağacı bilim adamlarının gündemine yeni girmiş değil. Hayatta kalma becerileri yardımıyla uzun süreden beri dikkat çekiyor.

Sadece iklim bilimci Dr. Jocelyn Turnbull’un bu ağaçla ilgilenmesinin sebebi bu değil.

Yeni Zelanda Yerbilim ve Nükleer Bilimler Enstitüsü’nde (GNS Science New Zealand) radyokarbon emekleri bölümünün başkanı olan Turnbull, Antarktik Bilim Platformu kapsamında mühim bir araştırma yürütüyor.

Antarktik Bilim Platformu, Antarktika’nın küresel sistemdeki önemini daha iyi anlamayı amaçlayan devlet destekli bir araştırma projesi.

Turnbull ve ekibinin yaptıkları şey, radyokarbon ölçümlerinden faydalanarak, Cenup Okyanusu üstündeki fosil yakıt kaynaklı karbondioksit salınımının kaynağını bulmak ve bölgenin karbon yutağı rolünü anlamaya çalışmak.

Avustralya’da gösterim icra eden ABC kanalına ve The Guardian gazetesine açıklamalarda bulunan Turnbull, batıdan gelen rüzgarlara açık olması ve rüzgârın hızını kesecek herhangi bir kara parçası bulunmaması sebebiyle, Cenup Okyanusu’nun karbondioksit alışverişini çözümleme etmek için oldukça mühim bir yer bulunduğunu belirtti ve şu şekilde devam etti:

“Bu rüzgârlı hava okyanus suyundaki oldukça büyük hacimli hareketleri bununla beraber getiriyor. Derinlerdeki suyun yüzeye çıkmasını ve karışmasını sağlıyor. Bu sayede okyanusun bu kısmı bu kadar dinamik olmayan öteki bölümlerine kıyasla daha çok karbon emebiliyor.”

KARBONU EMMEYE DAHA NE KADAR DEVAM EDECEK?

Bilim adamlarına bakılırsa, Sanayi Devrimi’nden bu yana atmosfere saldığımız karbondioksitin aşağı yukarı yüzde 10’u Cenup Okyanusu tarafınca emiliyor. Sadece Turnbull’a bakılırsa, okyanusun karbondioksiti emme kapasitesi değişiyor olabilir. Aslına bakarsan bu da söz mevzusu araştırmanın gerçekleştirilme sebebi.

Turnbull bu yola çıkma amaçlarını, “Hakikaten idrak etmek istiyoruz. Zira bu durum bizi gelecekte nelerin beklediğini konu alıyor” sözleriyle özetledi.

Bu aşamada ekibin sordurulmuş olduğu iki mühim sual var: Birincisi, karbon yutakları “dolarsa” küresel ısınma hızında oldukça büyük bir artış yaşanır mı? İkincisi de bu yutakların iyi mi çalıştığını anlarsak, daha çok atmosferden daha çok karbonu arıtıp küresel ısınmayı yavaşlatabilir miyiz?

Atmosferdeki karbondioksiti yutarak depolayan naturel yada insan yapımı sistemlere bilim adamları karbon yutağı adını veriyor. Hepimizin bilmiş olduğu en yaygın yutak türü ormanlar. Ormanların yanı sıra toprak, turbalıklar, permafrost (devamlı donmuş) toprak tabakaları, okyanus suları ve okyanusların derin yerlerindeki karbonat çökeltileri de malum öteki karbon yutakları.

YALNIZ AĞAÇ TAM DA BU NOKTADA DEVREYE GİRİYOR

“Tamam fakat dünyanın en yalnız ağacının okyanusların karbondioksit kapasitesiyle ne alakası var?” diye sorduğunuzu duyar gibiyiz.

Şu şekilde ki okyanusun karbondioksit emme kapasitesinde bir değişim olup olmadığını anlayabilmek için, Turnbull ve ekibinin Cenup Okyanusu çevresindeki atmosferdeki radyokarbon ve karbondioksit ölçümlerinin geçmişini ve bugününü kıyaslamaları gerekiyor.

Fakat bu oldukça zor bir durum zira Turnbull’un deyişiyle, “30 yıl ilkin Cenup Okyanusu’ndan örnek toplamıyorduk. Bugün zamanda geri gidip 30 yıl önceki havadan örnekler alma şeklinde bir şansımız da yok.”

Sadece ağaçlar gövdelerindeki yaş halkalarında bu kayıtları saklıyor.

Turnbull, yaş halkalarının önemini, “Bitkiler fotosentez yaptıklarında havadaki karbondioksiti emip yapılarını büyütmekte kullanırlar. Böylece havadaki karbon ağaçların halkalarına yerleşir Her yıl gözle görülebilir farklılıkta bir halka oluşur. Bu halkaları kesip içlerindeki radyokarbonu ölçebilirsiniz. Bu sayede geçmişe dönerek Cenup Okyanusu’nda ne olup bittiğini ve nelerin değiştiğini anlayabiliriz” sözleriyle söyledi.

EN UZAKTAKİ AĞAÇ OLDUĞU İÇİN O SEÇİLDİ

Peki fakat niçin bu ağaç?

Trunbull, en doğru ve sağlam ölçümleri yapabilmek için, Cenup Okyanusu’nun mümkün olan en uzak noktasına gitmeleri icap ettiğini belirterek, “Dünya haritasına bakmış olduğunuzda o bölgede oldukça fazla kara parçası olmadığını görebilirsiniz” dedi. Ekibin bulabildiği en uzaktaki ağaç ise 52 aşama cenup paralelinde bulunan Campbell Adası’ndaki Sitka ladiniydi.

Bir başka deyişle coğrafyanın fazla ağaçlık olmaması sebebiyle Turnbull ve ekibi Sitka ladininden yararlanmak zorundaydı. Turnbull ağaç için, “Bölgedeki her şeyden daha süratli büyüyor. Halkaları daha büyük ve birbirinden ayırıp kayıtları seyretmek daha kolay” dedi.

ADAYA EL DEĞMEDİĞİNDEN AĞAÇ YAŞAYABİLİYOR

Turnbull’un araştırmasının yıldızı olan Sitka ladininin tam yaşı belli değil. Sadece ağacın Campbell Adası’na 1907 yılı civarında, devrin Yeni Zelanda genel valisi olan Lord Ranfurly tarafınca dikildiğine inanılıyor.

Bundan dolayı ara sıra “Ranfurly ağacı” olarak anılan ladinin bunca zamandır hayatta kalabilmesi, birçok şahıs tarafınca adanın “el değmemiş” doğasıyla açıklanıyor.

Turnbull da bu noktaya vurgu yaparak, “Adada dolaşırken penguenler ayaklarınıza dolanıyor. Albatroslar kafanızın üstünden uçup sizi izliyor. Dünyanın öteki yerlerine kıyasla buranın el değmemiş bulunduğunu söyleyebiliriz” dedi.

BAŞKA “YALNIZ” AĞAÇLAR DA VAR(DI)

Sitka ladininden ilkin “dünyanın en yalnız ağacı” unvanı Tenere Ağacı’na aitti.

Bu ağaç Sahra Çölü’nün Nijer sınırları içinde kalan kısmında 400 kilometrelik alanda tek başına yaşıyordu. Türü akasya olan Tenere Ağacı çölde yolunu bulmak isteyenler için mühim bir kilometre taşı ve çöl ikliminde hayatta kalabilmesiyle direncin sembolüydü.

Sadece 1973 senesinde eski bir kervan rotasını takip eden Libyalı bir kamyon şoförünün çarpması Tenere ağacının yerinden devrilip yaşama veda etmesine niçin oldu.

Tenere Ağacı şu an Nijer Ulusal Müzesi’nde sergileniyor.

İSTİLACI TÜR OLARAK GÖRENLER DE VAR

Sitka ladinine geri dönecek olursak… Bazı bilim adamları naturel ortamından bu kadar uzakta yaşayan bu ağacı bir “istilacı tür” olarak görüyor ve Campbell Adası’nda işi olmadığını korumak için çaba sarfediyor.

Botanikçiler ve bilim adamları, ağacın akıbetine dair alev ateş tartışmalar yürütedursun, Turnbull ağacın faydalarının kendi araştırmalarının oldukça ötesinde bulunduğunu belirtti.

Ağacın bir asırdır kendisi şeklinde yalnızlara yarenlik ettiğini ifade eden Turnbull, “İskoçya’dan kaçan bir prenses, balina avcıları, denizciler, araştırma kafileleri, deniz kazası geçirmiş kişiler hep ona sığındı. Bu adada yaşayan araştırma kafilelerinin Sitka ladininin tepesinden birazcık kesip Noel ağacı yaptığını bile duymuştum” ifadelerini kullandı.

Campbell Adası’ndaki Sitka ladininin ve gövdesindeki yaş halkalarının kullanıldığı ilk bilimsel araştırma bu değil. 2018 senesinde gene bu ağacı kullanan bilim adamları “İnsan Çağı” da denen ve insan faaliyetlerinin dünyaya geri döndürülmez hasarlar vermeye başladığı dönem olarak tanımlanan Antroposen Süreci’nin 1965 senesinde başladığını da tespit etmişti. 1965 yerin üstündeki atom bombası testlerinin yasaklandığı yıl olarak biliniyor. Ağacın halkaları bu testlerin yasaklanmasından ilkin kaydedilen radyokarbon miktarında zirveye ulaşıldığına işaret ediliyor. Bu oldukça mühim bir bulgu zira testlerin yapıldığı noktalarla Campbell Adası arasındaki mesafe, bombaların tesirinin dünyanın her yerine uzandığını gösteriyor.  1960’ların geneline baktığımızda da hem hippi kültürünün etkisiyle çağıl çevreciliğin hızla yaygınlaştığı, hem de küreselleşmenin ve endüstriyelleşmenin hızlandığı, ekonomik büyümenin nüfus patlamasını bununla beraber getirmiş olduğu ve insanların çevreye verdiği etkilerin fazlasıyla arttığı bir dönem görüyoruz. Bu dönem “Büyük Hızlanma” olarak da adlandırılıyor.

Kaynak: Özgürlük / Sevin Turan

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu